28 Mayıs 2010 Cuma

CARREFOUR, ERKEN EMEKLİLİK İSTİYOR

Carrefour, Belçika’daki 16 mağazasını zarar ettiği gerekçesiyle kapatmak istiyor. Bu durumda işsiz kalacak olan çalışanlarının sendikaları ile karşı karşıya geldi. İşten çıkarmalar, grev, sendikayla protokol derken sonunda dara düşen Carrefour, sendikalarla anlaşabilmek için, işten çıkarma yerine, 52 yaştan itibaren, erken emeklilik uygulanmasını talep etti. (Belçika yasaları, zor durumdaki şirketlerin çalışanları için buna olanak sağlıyor.) Ancak bunun da devlete 100 milyon euro’ya yakın bir maliyeti olacak. Eğer anlaşma sağlanırsa, böyle emekli olan bir kişi aylık 1.150 euro maaş alacak. Konu bugünlerde Belçika basınında geniş yer tutuyor ve önümüzdeki Salı günü bazı gelişmeler bekleniyor.

18 Mayıs 2010 Salı

MEZARA NİYE SU DÖKÜLÜR?

Ölüyü gömünce toprağa su dökmek, toprağın sıkışmasını sağlar, bu, islam dinine göre sünnettir derler. Peki mezar ziyaretlerinde insanlar her seferinde mezara niye su döker? Mezara su dökme adeti Türklerin şaman inancı taşıdıkları zamanlardan kalmıştır. Eskiden, ölülerin belli günlerde su içtiklerine inanılırdı, bunun için mezara su dolu bir tas bırakılır, ya da mezarın başına içi su dolu kulplu bir bardak asılırdı. Bunun için de bir tören yaparlardı. Bu inanç Makedonya’da 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. Bu adet, Türkler müslüman olduktan sonra ilk zamanlar, mezara kulplu bardaktan su dökmeye dönüştü. Daha sonraları ise, kulpun da bardağın da önemi kalmadı ama gelenek, mezara su dökme şeklinde sürüyor. Su, mezarın baş tarafından başlayarak ayak tarafına doğru dökülür. Tersi adetten değildir. Tahtacılarda ise mezara rakı adama geleneği vardır. Halikarnas Balıkçısı da mezarının başında bir şarap testisinin durmasını istediği için, onun mezarında da bir testi bulunur. Işıklar içinde yatsın!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

ÖSKARA (BASK) DİLİNDEN BİRKAÇ SÖZCÜK

Basklılar dillerini "Öskara" diye adlandırır. Aşağıda Öskaraca bir kaç sözcük ve Türkçesini bulacaksınız:
Öskaraca: Türkçe:
iz = Su
ur/hur = Su
eguatxa = Irmak (ur’dan türemiştir)
katu = Kedi
(h)aran = Vadi
lurrikara = Deprem
osaba/oseba = Amca; üvey baba
uda = Yaz
udahaste = İlkbahar
udagoien = Sonbahar
on/hon/hun = İyi

16 Mayıs 2010 Pazar

RAKI'YI İLK KİM ÜRETTİ?

Dünya'da rakı, Yunanca "uzo", Türkçe "rakı" ve Arapça "araka" diye adlandırılır. Peki bu mereti ilk kim üretmiştir? Uzo’yu Yunanlar Girit’teki Araplardan öğrenmişlerdir. Giritlilerin bunu Osmanlılardan öğrenmiş olmaları bir olasılık ama bu konuda kesin bir kayıda rastlamadım. Belki de Osmanlılar Giritli Araplardan öğrenmiştir. Araplar,“araka” nın anlamının "terlemek”ten geldiğini söylüyorlar. Üretirken, damıtma işlemini terlemeye benzettiklerinden belki de. Orta Asya’daki Türk destanlarında ise damıtılmış içkiler “arak” olarak geçiyor. Bu destanların yazıya geçtiği tarihlerde İpek Yolu işlekti.Belki Türkler Araplardan, belki de Araplar Türklerden almışlardır. Bir de, Etiyopya’nın Amharca (Sami dillerinden İbraniceye yakın bir dil) konuşan halkı, damıtılmış içkiye “araki” diyorlar, bu, “araka”, “arak” ve “rakı” sözcüklerinin üçüne de benziyor. Etiyopya, ipek yolunda önemli bir ticaret merkeziydi. Acaba Etiyopya, kahvenin anavatanı olduğu gibi, rakının da anavatanı olabilir mi? Etiyopya’da evlerde “talla” denen bir tür bira üretiliyor. Bu talla, bir tür damıtma işleminden geçirildi mi çıkan içkiye “araqe”, ikinci kez damıtıldı mı, “dagim araki” adını verilirmiş. “Dagim”,Arhamca ikinci demekmiş. Bu dilde “araki”nin anlamı, (aynı dil grubundan olduklarından ötürü) Arapçadakine yakın olabilir, yani terlemekle ilgili bir anlamı olabilir. Biradan üretilebilmesi de ilk çıkışı hakkında akla yatkın geliyor. Yani görünen o ki, rakı, dünya üzerindeki göç yoluna Etiyopya'dan başlamış...

ARTIK DOMUZA DÜZİNE DİYORUZ...

Eskiden Türkler, oniki hayvanlı takvimi kullanıyorlardı. Bu takvimde, onikinci yıl, domuz yılıydı. Onikinci yıl yerine, domuz yılı denirdi. Slavlar, bu takvimi Bulgarlardan öğrenmişlerdir. Bulgarlar hristiyan olana kadar (9. yüzyıl) bu takvimi kullanmışlardır. Domuz için Bulgar'lar "doh's" derlerdi. Slavlardan bunu, oniki anlamında alan Avrupalılar, dillerinde douze/douzaine(fr.), dozen (ing), docena (isp.)olarak kullanmaktadırlar. Biz de Avrupalılardan oniki'ye demek ki böyle denirmiş diye düzine sözcüğünü alıp, halen onikilik takım anlamında kullanıyoruz. Çeşitli Altay dillerinde donuz(Trkm.), tonuz(Kom. Çağ.), tonguz(Doğu T.), dungız(Kmk.,Kzk.), donız(Nog.) olarak kullanılan domuz, böylece düzine haline gelmiştir.

13 Mayıs 2010 Perşembe

“ALO”, “HADİ GARİ”NİN FRENKÇESİDİR

Telefon açtığımızda söylediğimiz “alo” neyin nesidir? Bu söz, dilimize Fransızca’dan girmiştir. Peki, Fransızca’ya İngilizce’den mi girmiştir? Yoksa İngilizce’ye mi Fransızca’dan geçmiştir?
Telefonu icat eden Graham Bell Amerikalı olduğuna göre, bu sözcük İngilizce kökenli olmalıdır. Ama dilde pratik nedenler mantıki nedenlerden önce gelir. Bu sözcüğün İngilizce kökenli olduğunu savunanlar şu görüşleri ileri sürerler:
1. Allô, İngilizce, Hallow’dan gelmiştir. Bu avcıların avlanırken attığı çığlıktır. Ama telefon etmenin avcılıkla alakası olmadığından bu görüş tutarlı değildir.
2. Hello’dan (merhaba) bozularak Fransızca’ya geçmiştir.
Oysa, Fransız kökenbilim araştırmacıları şunu ortaya çıkarmıştır: 1880 yılında, Fransa’ya telefonu getiren M. Bivort, telefonda deneme konuşması yapacağı sıra, “haydi” anlamında, “allons” der. Ancak ses, ahizeden telin öbür ucuna ulaşırken Fransızca’da gırtlaktan gelen “n” sesi algılanmaz ve telin öbür ucunda “allô” anlaşılır. “Karşı taraftan “allô” sesi geldi” derler. Bundan sonra da, Fransa’da telefon alanlara, “karşı taraftan “allô” gelince konuşun!” derler ve ahizeyi kaldırınca “allô” demek adet haline gelir. İngilizler de, havalı buldukları Fransızların telefon açınca söyledikleri “allô”yu, kendi dillerinde “hello” olarak kullanırlar. Almanlar da, İngilizler “hello” diyor diye, bunun Almanca çevirisi olan “hallo”yu kullanırlar. İtalyanlar ise tüm bunları yemez ve ahizeyi kaldırınca, “buyrun” anlamında “pronto” derler.Yunanlar ise, kendilerini her zaman özgün olmak zorunda hissettiklerinden, onlar “Έμπρος” (ebros) derler, “haydi, ileri” anlamındadır, doğrusu, aslına en uygun olanı da budur.

11 Mayıs 2010 Salı

YARA SARMA NASIL SEMPATİ OLDU?

Dilimize batı dillerinden giren “sempati” sözcüğünün kökeni, eski Yunanca’daki “syn” + “pathos” bileşik sözcüğüdür. “syn” , “ile”, “pathos” ise “acı çekme” anlamındadır. Eski zamanlarda hekimler, kanayan yaraların üzerine bez sarar, böylece kanı durdururlarmış. Bundan dolayı yaranın kanının bulaştığı bezde bir hikmet olduğunu sanırlarmış. Yaraya sarılan bez, acıyı çektiği/paylaştığı için, akan kanın durduğunu, yaranın da böylece iyileştiğini düşünürlermiş. Bu işleme de “sympaschein” (acı çekme ile) derlermiş. Bu sözcük, batı dillerine sympathize (ing), sympathiser (fr) (kanı kaynamak, uyumlaşmak) olarak geçmiştir. “Sempati” de, bu eylemin isim halinde türetilmişidir.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

LETO, LAT, LATİN, LETUN, LADY KARDEŞLİĞİ

Likya (Fethiye, Kemer cıvarları) bölgesinin tanrıçası Leto, uzun yıllar Anadolu’nun, Yunanistan’ın ve Anadolu’dan göç eden Etrüskler aracılığıyla Latinlerin (Romalıların) inançlarında önemli bir yer tutmuştu. Kabe’deki Lat isimli putun da Anadolu’dan Filistin’e göç eden Pulasatlar eliyle götürülen Leto’dan başkası olmadığı söylenir. Hatta “Abdullah” isminin, “Lat’a tapan” anlamına geldiğini, bunun için de sonradan müslüman olan Ermenilerin, (eski Leto tapınımından gelen geleneklerinden ötürü) bu ismi almayı tercih ettikleri iddiası da vardır. Leto’ya Etrüskler “Letun” derlerdi. Latin adı buradan gelir; yani Latona’ya (veya Letun’a) tapanlar demek. Peki Leto’nun kelime anlamı neydi? Leto, Likya tanrıçası olduğuna göre, adının kökeni Likya dilindendi ve Likyaca Leda; kadın demekti. Kadın anlamındaki Leda, İngilizce’de “Lady”ye evrilmiştir. Yani Latin, anlam olarak “Kadın”a bağlıdır. Bu arada Letun, Laton kelimelerinin eski Türkçe’deki Hatun/Katun’a (kadın – kadınana miti) benzemesi de ayrı bir ilginçlik...